1 Mayıs 1950’de Tunceli’nin Nazımiye Dokuzkaya Köyü’nde dünyaya gözlerimi açtım. Köylü ve çiftçi bir ailenin çocuğuydum. Çocukluk ve ergenlik yıllarım bu köyde geçti,
Oysa bugün o köyde yıkıntı ve enkazdan başka bir şey bulamazsınız,
Bizim köyümüzde her mevsimin kendine özgü güzellikleri olan doğayla içiçe olan bir hayatımız vardı. Onun içindir ki o yıllar hayatımın en doğal ve yaşamımın en güzel zamanlarıydı.
Beni o anlar en çok mutlu eden şey soğuk kış günlerinin bitmesiydi.Ve Mart ayında yağan yağmurla hayatımızı zorlaştıran karların eriyip gitmesiydi. İlkbahar yağmurları ile eriyen kar sularının coşkun bir ırmağa dönüştürdüğü dereleri seyretmeye bayılıyordum.
Bahar yağmurları, bahar yağmurları gibi yağardı.Baharın gelişi ile zümrüt yeşili tepeleri rengarenk çok çeşitli bitki örtüsü kaplardı.,
Dağ yamaçlarındaki ormanlarda rüzgar ağaçlarla dans ederdi. Orman ve yaprak hışırtısını müziğe dönüştüren orkestra gibiydi rüzgarlar.
Baharda kuzu, koyun keçi sesleri insan seslerine karışırdı,
Gecelerin yalnızlığında vadiden tepelerde sularının yankılanan sesiyle uyurduk,
Bahar köyümüze, börtü-böcekle, göçmen kuşlarla leyleklerle, serçelerle, yemişleriyle, çiçekleriyle gelirdi.
Yaz aylarının yaz gibi olduğu bu hayal ülkesinde, gecelerde yıldızlar bir değişik parlaktı.
Sabah vakti dağların, tepelerin ardından günün ilk ışıkları.
Güne güneş ışınlarıyla birlikte ve kuşların seslerini duymak,
Gözlerimin önünde yemyeşil dalgalı tepelerin alabildiğine uzanan üstünde buğulu bir güzelliğin yumuşak dalgaları yayılırdı.
Kim bilir kaçıncı kez büyülenmiş bir halde seyrederken gün doğarken de, batarken de, mehtap çıkarken de karşısında hayallere daldığım uzak dağları unutmak mümkün değil.
Sonbaharı bir başka farklıydı, yağmurlu akşamları pencereye dokunan yağmur damlaları gibi zamanın içinde akıp giderdi hayat.
Biz çocuklar da her mevsim doğanın bize armağanı bütün nimetlerinden sınırsız yararlanırdık. Kırlarda dolaşmayı; ağaçlardan meyve, bahçelerden sebze çalmayı; tepelerde mantar, çalılardan böğürtlen toplamayı öğrendik.
Endemik dokusu çok zengin bu düşler ülkesinde, büyüklü küçüklü her türlü yaban hayvanın yaşadığı canlılarla, börtü-böcekle geçen bir ‘çocukluk yaşadım.. .
Bu uzak köye her şey geç gelirdi. Grundig Marka bir radyomuz vardı. 1960’lı yıllarda Almanya’ya giden amcam getirmişti.. Evin üstünde basit telden alıcı anten oluşturmuştuk. En büyük zevklerimizden biri radyonun sesini sonuna kadar açıp komşulara duyurmaktı.
O günlerin radyoları TRT İstanbul ya da Ankara radyosu programcılarının sıcacık sesleri, dinlediğim müzikler daha dün gibi kulaklarımdaki- ruhumdaki büyülü yerlerini koruyorlar. .
Radyo evimizdeki ‘büyülü kutusuydu. Gördüğüm ilk teknolojik alet, uzun kış gecelerinin biricik eğlencesi soba başında dinlenen radyo programlarıydı..
Zamanın gerisinde kalan anılar, zamanın yok ettiği güzellikler ve zamanın alıp götürdüğü insanlar gibi sis bulutları arasında eriyip gittiler.
Birçok farklı şehirlerde okudum. Nereye gitsem orası benim memleketim oldu. Bu nedenle yurdumun her yerini ayrı sevdim. Eğitim serüvenim ise Ovacık’ta başladı. Orta ve lise öğrenimi ise hala benliğimde çok ayrı bir yeri olan Erzincan ve Trabzon Lisesinde tamamladım. Üniversite hayallerim ise Cerrahpaşa Tıp fakültesi‘nde hayat buldu.
Hayalimdeki yerde idim ve bundan sonra hayallerimdeki mesleği, bilimin ışığında en iyi şekilde yapabilmek amacıyla kendimi öğrenmeye adadım.
Dicle Üniversitesi Psikiyatri ABD’da ve İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri Kliniğinde ihtisasımı tamamladım. Öğrenim hayatım hiçbir zaman bitmeyecekti ama öğrencilik dönemim sona ermişti. Artık önlüğümü giymiş Türkiye’nin her yerinde çok farklı insanlar, çok farklı hikayeler tanımak için yollara düştüm. Şanlıurfa, Manisa, Kütahya, Karadeniz Ereğlisi, İstanbul görev yaptığım bazı iller oldu. Balıklı Rum Hastanesi gibi çok kıymetli bir sağlık kuruluşunda AMATEM kliniğinin kurucu hekimliğini yaptım.
Halen Bakırköy’de kendi kliniğimde serbest hekim olarak çalışıyor; insanları tanımaya, yeni hikayeler öğrenmeye devam ediyorum.
70’li yıllar Üniversite yıllarımdı. Bana göre o zamanlar gençlik yıllarımın en fırtınalı değişim ve gelişim zamanlarıymış..
Sonra öğrendim ki insan hayatının her döneminde fırtınalar varmış.
Elbette Üniversite hayatıma çok farklı ufuklar açtı. Artık köydekii köylü çocuğu değildim.
O dönem Cerrahpaşalı arkadaşlarımız bilir. Sürekli elinde fotoğraf makinesi ile dolanan orta yaşlı bir adam vardı.
Dolaşır fotoğraflar çekerdi, çekilen fotoğrafların hepsi siyah-beyazdı.
Renkli fotoğraflar yoktu..Bilgisayarı, cep telefonlarını hayal bile edemezdik.
Her evde televizyon yoktu, evde siyah beyaz televizyona sahip olmak zenginlik göstergesiydi.
Televizyon seyretmek için kahvehanelere gider. TV saat 24.00 bayrak çekimi ile kapanırdı.
Bugün kullandığımız tıbbi teknolojilerin çoğu yoktu..Açıkça bugünkü gibi teknoloji bizim hayatımızın bir parçası değildi
Ultrason, tomografi, MR gibi medikal teknolojileri hayatlarımıza girmemişti.
Günümüzde teknolojik hız artık o kadar hızlı ilerliyor ki isimlerine yetişmek neredeyse imkansız gibi.
Anladım ki değişmeyen en önemli gerçeklerden biri “değişim” dir.
Nereye gideceğini bilmiyorsan hangi yoldan gittiğinin de önemi yoktur.
Yaşadığımız zamanın gerçeği, eğer büyük şehirlerde yaşıyor iseniz, yaşamınız hedeflerinizin rengi ile renklendirilmedikçe başarılı olamazsınız.
Unutmayın ne ekerseniz, onu biçersiniz. Ve de Ne pişirirseniz, onu yersiniz.
Her yeni çağın en önemli gerekliliği bulunulan çağa, dijital çağa ayak uydurabilmekten geçmektedir.
Ve elbette çok zor, çocuklarımız bizden farklı dijital teknolojik ortamda doğdular. Teknoloji bizim hayatımızın doğal bir parçası değildi. Onun içindir ki zorlanıyorum. Ve öğrenmeye çalışıyorum. .
Günümüz dünyasında gelişen teknoloji sayesinde dünya küçük bir köye dönüşmüştür.
Dijital teknolojisinin baş döndürücü bir hızla geliştiği çağımızda bilgiye ulaşmak, bir odadan başka bir odaya geçmek kadar basitleşmiştir. Hangi iş alanında çalışırsak çalışalım mutlaka ileri teknoloji ile karşı karşıya olduğumuzu unutmamak gerekir..
Dünyamızda her an yeni birtakım değişiklikler olmaktadır. Yeni bir çağda ve dijital bir çağda yaşıyoruz. Bu gerçekliği yok sayamayız.
Hedef, gerekli olan bilgiyi, mümkün olan en kısa zamanda elde etmek ve yarınlara daha güvenle bakmak olmalıdır.
İşte ”sihirli kutu” radyodan Youtube kanalına yolculuk aynı hayat devam ediyor.