Hatalı Bir Beslenme Maddesi: Şişedeki Hastalık Süt
Anne sütü, bebeğin kalın bağırsağında dost bakterilerin gelişmesine uygun bir ortam yaratan laktoz bakımından zengindir. Oysaki günümüzde anne sütü yerine inek sütü veya bebek mamalarının kullanılması çok daha sık rastlanan bir durumdur.
İnek sütü, bir bebeğin sindirmesine imkân bulunmayan protein tipleri ve antikorlar içerir. Bebek, inek sütü veya başka mamalarla beslendiği zaman bu maddeler bebeğin bağırsağında olağan mayalanmaya uğramazlar; bunun yerine bağırsakta kokuşurlar. Bu da kendi kendine zehirlenmeye, bağırsak florasında dengesizliğe ve bebeğin bağırsaklarının bozulmasına neden olur.
Anne sütü yerine kullanılan yiyeceklerin anne sütünün içerdiği biyolojik bilgiyi içermemesi nedeniyle, bebek kendisini sürekli aç hisseder ve sık sık beslenmesi gerekir. Bu yüzden çok geçmeden bebeğe nişasta ve et ürünleri yedirilmeye başlanır. Oysa bebeğin sindirim sistemi daha tam olarak gelişmemiştir; bu nedenle bu ürünleri almaya ve sindirmeye hazır değildir. Bu işlem için gereken enzimler sistemde henüz bulunmaz.
İki ile beş yaş arasındaki çocukların burunlarının altında sürekli sümüksü bir maddenin bulunduğu dikkatimizi çekebilir. Bunun nedeni, beslenme rejimlerinde yer alan çok fazla et ve nişastadır. Yapay beslenme rejimi, en sonunda çocuğumuzun bağışıklık sistemini tahrip eder. Sık sık soğuk algınlığına yakalanmak, burun akıntısı, grip ve zatürre gibi her türlü enfeksiyona karşı dirençsiz hale gelirler. Bu şekilde beslenen bebekler, çoğu zaman alerji hastası olurlar.
Gelecekte anne olacak her kadın, anne sütünün yerini hiçbir şeyin tutmayacağını bilmek zorundadır; bebeklerin doğal besini anne sütüdür. Hiçbir mama formülü anne sütü gibi sevgi, duyarlılık ve şefkat veya felaketlerden ve hastalıklardan kaçınma yollarına dair bilgi içermez. Bütün bu bilgiler anneden gelir ve annenin memesinden gelen sütte şifrelenmiştir.
Eğer hamile bir kadının beslenme rejimi esas olarak tatlılar, beyaz un ürünleri, şarküteri ürünleri, inek sütü, kahve, kızarmış ya da fırında pişirilmiş et ve başka rafine ürünlerden oluşuyorsa; şunu kesinlikle söyleyebiliriz; çocuğu ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşacaktır. Eğer sigara içiyorsa, durum daha da vahim olacaktır.
İnek sütündeki demir oranı çok düşüktür. Çünkü danalar, annelerini emmenin yanı sıra otlarlar da. Doğa danaları annelerinin sütünü ve otu ayrı ayrı sindirecek sindirim organlarıyla donatmıştır. İnsanların sindirim sistemleri onlarınkinden farklıdır.İnek sütü bizim midemize girdiğinde, asidik sindirim sıvıları sütün topaklaşmasına ve peynire benzeyen yapışkan bir maddeye dönüşmesine neden olur. Bu ‘peynirler’ midede bulunan diğer besinleri sarmalar. Topaklaşmış sütün diğer besinlerden önce sindirilmesi gerekir. Eğer bu olay sık yinelenirse, sindirim sistemimizde rahatsızlıklara, özellikle on iki parmak bağırsağımızda ve midemizde ülserlere neden olabilir.
Kendimize şu soruyu soralım; midemizin, bize beklediğimiz yaraları sağlamak yerine, ülser oluşmasına neden olan bir süt işleme aracına dönüşmesini hakikaten istiyor muyuz?
Yeryüzünde, insanlar dışında, hiçbir memeli hayvan büyüdükten sonra da süt tüketmeye devam etmez. Bu, doğayla uyumlu olmazdı. Köpeklere ya kedilere gelince onlara süt içmeyi biz öğrettik ve onları kendimize benzettik. Üstelik süt içmeyen kedilerin ve köpeklerin, içenlere kıyasla iki kat daha uzun yaşadıkları kanıtlanmıştır.
İnsan sütü ile inek sütü arasındaki fark inek sütünün yüksek oranda kazein içermesidir. Kazein danaların boynuz ve toynaklarının büyümesi için gerekli bir maddedir. Danalar yalnızca hayatlarının ilk altı ayında annelerini emerler. İnsanların ne boynuzları, ne de toynakları vardır. Bu kadar kazeine neden ihtiyaçları olsun?
İlk olarak, insanların bir çoğunun beslenmeleri ile aldıkları kadar proteine ihtiyacımız yoktur. Kalın bağırsağımızda bitkisel besinlerin içindeki karbonhidratlardan protein sentezleme yeteneği olan bir tür bakteri bulunur.
Eğer kalın bağırsaktaki flora sağlıklı ise?
İkinci olarak, bedenimiz ihtiyacımız olan elementlerin yüzde 40’ını yediğimiz yiyeceklerden sağlıyor. Geride kalan bileşikler nereden gelir? Bu bileşikler bedenimizde sentezlenirler. Bedenimiz, amino asitleri sentezlemekten, hastalıkları iyileştirici maddeler ve hormonlara kadar her şeyi üretebilen, doğanın yarattığı mükemmel bir kimya laboratuarına sahiptir.
Kazein midede rennin adı verilen bir enzim tarafından parçalanır. Bir ya da iki yaşındaki çocukların zaten saçları ve tırnakları vardır ve kazeine ihtiyaç duymazlar. Bu nedenle, sindirim sistemleri artık rennin üretmez ve kazein sindirilmesi imkansız olup, sonuçta zehirli bir şey haline gelir.
Sindirilemeyen bu kazein, bedenimizdeki yumruların, böbrek taşı oluşumlarının, kan damarlarımızdaki tıkanıklıkların ve şekil bozuklukların kaynağıdır. Sindirilemeyen diğer inek sütü bileşenleri de, doku ve tendonlarımızda sümüksü bir madde şeklinde birikir.
Sümüksü maddeler hastalıklara neden olan bakterilerle, virüslerle ve mantarlarla dolup taşar. Bu nedenle inek sütü içenler bedenlerini nezle, soğuk algınlığı, astım, bronşit ve pek çok hastalığa yol açan bakterilerin yuvası haline getirmiş olurlar.
Her şeye rağmen bütün bu anlatılanlar, süt ve süt ürünleri beslenme rejimlerinde önemli bir yer kaplayan insanları iknaya yetmeyecektir. Hayat boyu sürmüş olan bir bağımlılıktan vazgeçmek o kadar kolay değildir. Bizden söylenmesi, karar sizin.