Hezeyanlı bozukluk uygun koşullarda ayaktan tedavi edilebilecek bir bozukluktur. Ancak böyle bir durumda hekim, özellikle hezeyanlara neden olabilecek tıbbi ve nörolojik hastalıkların varlığını dışlayacak tetkikleri yapmalıdır. Hastanın kendisine ve başkalarına karşı girişebileceği şiddet eylemlerinin riski iyi değerlendirilmelidir. Ayrıca hastanın hezeyanları iş ve ev işlevselliği ile ilgili sorunlara yol açabileceğinden profesyonel yol göstericilik gerekebilecektir.
Bu risk etkenlerinin varlığında hasta önce ikna edilmeye çalışılarak ve bu mümkün olmuyorsa yasal yollara başvurularak hastaneye yatırılmalıdır. Hastaya yatırılış nedeni olarak hezeyanları yerine, bunların yol açtığı emosyonel sorunlar açıklanabilir.
İlaç tedavisi
Ciddi saldırganlığı olan hastalara acil müdahale genellikle kas içi antipsikotik uygulaması biçiminde olur. Diğer hastalara antipsikotik başlanması için acele edilmemeli, hastanın güvenini sağlayacak girişimlerden sonra sıkıntı, uykusuzluk ve diğer emosyonel problemlerin azaltılması gereği ve olası yan etkiler anlatılarak tedaviye başlanmalıdır.
İlaç seçimi şizofrenide olduğu gibi hastanın daha önce kullandığı ve yararlandığı ilaçlar veya sedasyon gibi yan etkiler göz önüne alınarak yapılır. Klinisyenlerin çoğu, düşük dozda antipsikotiklerle tedaviye başlanmasını ve dozun giderek artırılmasını önermektedirler. Altı haftalık yeterli dozda bir ilaç uygulamasından sonra cevap alınamamışsa, başka sınıftan bir antipsikotiğe geçilmesi düşünülebilir. Bazı araştırıcılar, özellikle somatik sanrıların baskın olduğu hezeyan bozukluk olgularında pimozidin etkili olduğunu bildirmişlerdir. Ancak karşılaştırmalı çalışmalar olmadığından, pimozidin diğer antipsikotiklere göre üstün olup olmadığı konusu belirsizdir. Klorpromazin ve tiyoridazin gibi klasik nöroleptikler yanında yeni kuşak antipsikotikler, antidepresanlar, lityum ve antikonvülsanlar (karbamazepin ve valproat) ile düzelmeler bildiren vaka sunumları vardır. Nöroleptikler başlangıçta anksiyete ve ajitasyonu azaltır ve giderek sanrılar üzerinde etkili olurlar. Klinisyenlerin çoğu, sanrıların antipsikotik tedavilerle yatışma göstermesine karşın tamamen ortadan kalkmadığı görüşündedir. Somatik ve erotomanik sanrıların düşmanlık görme tipine göre tedaviye daha az cevap verdiği sanılmaktadır. Tedaviye cevap alınan vakalarda, idame dozunun düşük tutulması gerektiği bildirilmektedir. Oral tedaviye uyum güçlüğü gösteren hastalarda depo nöroleptikler kullanılabilir.
Psikoterapi
Etkili bir psikoterapötik yaklaşımda esas öğe, hastanın terapiste güven duymasıdır. Bireysel tedavi teknikleri grup terapilerinden etkili bulunmuştur. İç görü kazandırılmasını amaçlayan destekleyici terapilerle bilişsel ve davranışsal tedavilerden sonuç alınmıştır. Geleneksel psikoanalitik yönelimli psikoterapinin daha az etkili bulunduğu bildirilmektedir. Kendini denetleme ve psikotik belirtilerle başa çıkmayı amaçlayan ruhsal-eğitimsel psikoterapilerin başarılı olduğu ileri sürülmektedir.
Başlangıçta terapist, hastanın hezeyanlarını destekliyor veya reddediyor görüntüsü vermekten kaçınmalıdır. Hasta, hezeyanlarının tedavi edileceği ima edilmeksizin anksiyete veya gerginlik gibi uyum belirtileri için yardım alma konusunda yüreklendirilebilir. Ancak bunu yaparken sanrıların gerçeği yansıttığı biçimindeki hasta inanışı güç kazandırılmamalıdır.
Hasta ile görüşmelerin zamanı ve düzeni konusunda titizlik gösterilmeli, yargılayıcı veya yanlış anlaşılabilecek ifadelerden kaçınılmalıdır. Hezeyanlara doğrudan eleştirilerde bulunmak yerine bunların hem kişinin kendisi, hem de yaşamın çeşitli alanları için doğurduğu sorunlara dikkat çekilmelidir. Hasta sanrılarını tartışmaya hazır olduğunda gerçeklik sınaması için soru ve açıklamalar getirilmeye başlanmalıdır.
Hastanın ailesi hastalık konusunda bilgilendirilmeli ve tedaviye uyum konusunda destekleri sağlanmalıdır. Hastaya karşı açık, dürüst olmanın önemi vurgulanmalı ve hezeyanlı inanışlara ilişkin imalardan kaçınmanın gereği açıklanmalıdır.