Freud, şizofreninin, egonun ilk kez ortaya çıktığı döneme kadar uzanan bir gerilemeden (regresyon) kaynaklandığını ileri sürmüştür. Bu erken dönemde, çocuğun mental sistemleri henüz ayrılmamıştır. Cinsel enerjinin dinamik belirtisi olan libido, tümüyle bedene ve benliğe yatırılmış durumdadır. Çocuğun zihninde nesne temsilcileri yoktur. Bu durum “birincil narsisizm” olarak adlandırılır. Ego, ego olmayan nesnelerden ayırt edilebildiği ölçüde var olabildiğine göre, bu dönemde çocuğun egosu henüz ayrılmamıştır.
Ruhsal ya da organik nedenlerle söz konusu erken döneme saplanan ve yaşamın daha sonraki dönemlerinde örseleyici olaylarla karşılaştığında yeniden buraya gerileyen kişi, nesnelerini ve ego bütünlüğünü yitirir. Nesnelere yatırılmış libidonun yeniden bedene ve benliğe geri çekilmesi “ikincil narsisizm” olarak adlandırmaktadır.
Şizofreninin erken döneminde sık rastlanan, dünyanın sonunun geldiği fantezisi, libidonun nesnelerden geri çekilmesinin bir sonucudur. Dünya, libidoyla donatıldığı sürece canlı ve anlamlı olarak hissedilir. Libidonun terk ettiği dünya boş ve anlamsızdır. Nesneler yabancılaşır, kişiler cansız ve uçucu imgelere dönüşürler. Nesnelerden çekilip bedene ve benliğe yatırılan enerji kişinin kendi bedeniyle aşırı uğraşmasına, depersonalizasyona ve büyüklük duygularına yol açar.
Arieti, şizofrenideki gerilemenin bilişsel izdüşümünü araştırmış ve şizofreniye giren kişinin, zihinsel gelişiminin erken aşamalarına özgü bir düşünce biçimi olan paleolojik düşünceye gerilediğini ileri sürmüştür. Düşlerde, çocukların ve ilkel toplulukların zihinsel işleyişinde ön planda olan bu düşünce biçimi, şizofrenide yeniden etkinleşmekte ve egemen duruma gelmektedir. Paleolojik düşüncenin temel özellikleri, aşırı özdeşleştirme, amaçlı nedensellik, zaman ve uzay kavramlarının değişmesi ve kavramlaştırma gücünün azalmasıdır.