Şizofreni

14 Ocak 2021

Şizofreni

Hastalıkların doğaüstü güçlere bağlandığı, animistik düşüncenin egemen olduğu ilk çağlarda, doğa karşısında çoğu kez güçsüz ve çaresiz kalan ilkel insan, derin korkular ve güvensizlik duyguları içinde doğaüstü güçlerin varlığına inanarak anlayamadığı bir olguyu açıklama, aydınlanma, anlayabilme ve bunlara göre savunma yolları aramıştır. Kaynağı ve nedenini bilmedikleri hastalıklarını doğaüstü güçlerle açıklıyorlardı. Büyücü hekimlerle, şamanlarla, ya da çeşitli törenlerle, garip hareketler, çılgınlık nöbetleri, trans durumları ile zararlı ruhları kovarak hastalıkları iyileştirmeye çalışıyorlardı.
Eski Yunan çağı Perikles döneminde HİPOKRAT, hastalıkların doğaüstü güçlere değil doğal etkenlere bağlı olduğunu gösterdi. Büyücü-gizemci düşüncenin egemenliğine geçici bir süre son veren bir insandır. Hipokrat’ın psikiyatriye kattığı kimi terimler bugün bile kullanılmaktadır. Histeri, melankoli gibi.
Şizofreni çok eski, belkide insanlıkla yaşıt bir hastalıktır, tarihin bir kısmında delilik kadar acı veren tek şeyin insanların bununla başa çıkmak yeterlilikleri onu hapsetmeyi, kesip çıkarmayı, şoka uğratmayı, yakmayı denemişler, ama bu kabus yok olmamak için direniyor. Anlayacağınız şizofreni bizi bırakıp gitmiyor. Kabul etsek ya da etmesek te şizofreni insan sağlığının bir parçası.  Şizofreni sadece insanlarda görülüyor.ve ne yazık ki, bazı insanlarda bu hastalık mutlaka çıkacaktır. Şizofreninin toplumsal yaygınlığı, tanı ölçütleri zaman içinde değişmesine rağmen, dünya çapında belirgin farklılıklar göstermemektedir. Dünya nüfusunun yaklaşık %1’inde ırk, cinsiyet, ekonomik durumuna bakılmaksızın her yüz çocuktan birinde, kaçınılmaz olarak bu hastalığın kurbanı olacaktır. İşte şizofreni hastalığı tarih içinde toplumları, İnsanları böylesine etkileyen en tartışmalı,en karmaşık ve şaşırtıcı bir hastalıktır. Çünkü o kadar çok yönlü ki, o kadar çeşitli çok farklı belirtiler var ki
Orta Çağ Avrupa’sında, ruh hastaları şeytanın yakaladığı bir büyücü olarak damgalanır, avlanır ve diri diri yakılırlardı. O çağın Hıristiyan dünyasında din adamları büyücü diye adlandırdıkları ruh hastalarını izleyebilmek, yakalayabilmek ve cezalandırılabilmesi için kitaplar yazmışlardı. Bunlardan bir din adamınca yazılmış olan ”Malleus Maleficarum” (Şeytanın Çekici) adlı kitap ruh hastalarını kovalama, yakalama ve cezalandırma konusunda büyük bir otorite belgesi olarak benimsenmiştir.
Orta çağ Avrupasında akıl hastalıkları ve özellikle bugün şizofreni olarak değerlendirdiğimiz hastaların şeytanın alameti tanrının cezası olarak ilan edilmesi. Çoğu kadın yüz binlerce hasta, ruhlarına şeytan girdi tanısı ile, cadı ya da sapkın olduğu iddiası ile diri diri yakılmışlardır. Bu açıdan Ortaçağdaki kilise tutumu ilkel çağlardaki şamanizm’den de geriye gitmiş; ilkel bir anlayış dinsel-politik amaçlarla geniş halk kitlelerine uygulanmıştı. Bu insanlık dışı tavırlar rönesans da devam etti. Ortaçağdan 18. yüzyıla kadar bu hastalar şeytani varlıklar ve tanrının gazabına uğramış kişiler olarak değerlendirilmiş, toplum dışına itilmiş, hatta işkence ve ölüm cezalarına çarptırılmışlardır.  1793’de Fransız Philippe Pinel (1745-1826) bu hastaların önemli bir kısmını “düşünme yeteneğinin ortadan kalkması ya da bozulması (demans)” olarak isimlendirdiği bir sınıflamaya sokmuştur
Akıl hastasının kurbanları hapishanelere ve tımarhanelere kapatılıp zincire vuruluyor ve kendi pisliklerinde çürümeye mahkum ediliyorlardı.
19, yüzyılda bilimin konusu oldu. 20. yüzyıla gelindiğinde psikiyatrinin doğuşu ile birlikte paranoya, içe kapanma ve sanrılar hastalığın tanımları adlandırıldı.
 Çok uzak değil 20 yüzyılda, medeniyetin beşiği kabul edilen Avrupa’nın merkezinde tüm dünyanın gözleri önünde Ortaçağ zihniyeti yeniden hortladı ve ruh hastaları açısında tarihin karanlık bir dönemi sözde modern toplum çağında yakın zamanlarda yaşandı. Nazi Almanya’sında ağırlıklı olarak şizofreni hastalarına yönelik en sistematik ve programlı proje ile, akıl hastanelerine yatan hastaların yüzde 92’si  psikiyatrik soykırıma uğradı. Bu karanlık dönemin perdelenmiş ve yeterli oranda ortaya çıkarılamayan, yeteri kadar aydınlanamayan, çok insanın bilmediği katliamlardan biridir. Nazilerin şizofren ve benzeri kronik hastalara uyguladıkları insanlık dışı uygulamalarıydı. Naziler; akıl hastalarını, zeka özürlüleri, fiziksel deformasyonları olan çocukları, şizofreni hastalarını ve diğer psikotik bozukluk gösteren hastaları da toplumu bozan bir grup olarak değerlendiriyorlardı. 1934 ile 1945 yılları arasında sürekli bir biçimde bu hastaları kısırlaştırdılar ya da gaz odalarında öldürdüler. Almanya’da psikiyatri hastanelerindeki hastaların kısırlaştırmanın ötesinde öldürme düşüncesi daha eskilere dayanmaktadır. Şizofreni hastalarını zihinsel açıdan ”ölü” olarak nitelendiriyor ve söz konusu değersiz hayatın sona erdirilmesi hem bakım verenleri hem de toplum açısından da bir kazanım olarak görülüyordu.
 Schizophrenia Bulletin yazarlarının kayıtlara dayanarak verdikleri tahmine göre, 1934-1945 yılları arasında Almanya’da  tıbbi kurumlarda toplam 600.000- 675.000 kişi kısırlaştırıldı ya da gaz odalarında törenlerle öldürüldü.
Şizofreni, ruh hekimliğini en çok uğraştıran, fakat bugün bile çeşitli yönleri tam açıklanamamış bir ruhsal bozukluktur. 19. yüzyıldan kalma bir etki ile halk arasında korku uyandıran ve ”erken bunama” diye bilinen bu hastalık; genç yaşta başlayan, insanın kişiler arası ilişkilerinden ve gerçeklerden uzaklaştırarak, kendine özgü bir içe-kapanım dünyasında hastanın yaşadığı; düşünüş, duyuş ve davranışlarında önemli bozukluklarla belirli bir psikozdur.
Şizofreni, İnsanları etkileyen en karmaşık ve şaşırtıcı bir hastalıktır. Çünkü o kadar çok yönlü ki, o kadar çeşitli çok farklı belirtileri var ki.
Şizofreni, kişinin alışılagelmiş düşünce, algılama, davranış  ve yorumlama biçimlerine yabancılaşarak, kendine özgü içe-kapanım dünyasına çekildiği  bir beyin hastalığıdır. Ve beyin hastalığı sonucu oluşan ve bir ruhsal bozukluktur.
Şizofreni kişilik bölünmesi değildir, şizofreni bir bireyin çılgın düşüncelerini bu dünyaya taşıdığı yorumda değildir. Yani şizofreni düşünce, algılama ve davranış bozukluklarına yol açan ciddi bir beyin hastalığıdır. Ve bu hastalığın genetik alt yapısı vardır.
Paranoid hezeyanlar, duygusal içe kapanma durumları ile şizofreni hastaları için günlük yaşam; tuhaf ve ürkütücü bir yolculuktur.
Şizofreni insanların iletişim kurmak, dünyayı anlayıp bu hastalıkta bireylerin bir suçu yoktur, şımarık bir çocuğun ya da farklılık taslayan kişinin bir marifeti de değildir. Sağlıklı çocukları, genç erişkinleri yakalayan, yakaladıkları insanların bugünlerini, geleceklerini kısaca hayatlarını çalan bir hastalıkla karşı karşıyayız..Ve hastalık onları sonsuz bir zihinsel işkenceye mahkum ediyor. Bu insanlar için son derece trajik bir hastalık, çünkü tam hayatlarını yaşamaya başlayacakları yaşta, en güzel zamanlarında insanların psikolojik açıda bütün dayanaklarını çekip alıyor.   Zamanında sınıfın en başarılı çocukları, atletleri, toplumun ve çevremizin en popüler insanlarında pat diye şizofreni çıkıyor. Ve her şey değişiyor.,
error: