*MR ile görüntülenmeye çalışılan beynin işlevlerini görüntülemek için kullanılıyor olması. Modern teknoloji ancak yeni yeni görüntülüyor. Bir zamanlar, bilim insanları beynin anatomisi hakkındaki çalışmalarını sadece ölü beyin dokularını inceleyerek yapabiliyorlardı. Tabii ki otopsi edilmiş beyin dilimlerini hala elektron mikroskopları altında inceliyorlar. Fakat ölü beyin hücreleri üzerindeki çalışmalar, yerini canlı beyin hücrelerinin hareket halindeki gözlemlerine bıraktı. Beyin hakkındaki devrimci düşünüş, bilim insanlarına, düşünürken, bilgiyi alırken, yeni şeyler öğrenirken, hafızayı pekiştirirken, kızgınlık ve depresyonu açığa vururken, halüsinasyonlar görürken ve ruhsal değişimler geçirirken beynin içine girme olanağı tanıdı. Beynin içindeki dikkate değer görüntüler tarlası, şizofrenlerin beyinlerinin içinde saklı olan kötü ruhların seslerini bile ortaya çıkardı.
Sonuç olarak beynin oldukça işlevsel olan MRI (ses yoluyla manyetik görüntüleme), PET (pozitronemisyon tomografi) ve SPECT (tek foton emisyon hesaplaması yapan tomografi) gibi, canlı bir insan beyninin nasıl çalıştığını izleyebilen yeni gelişmiş beyin görüntüleme teknikleriyle incelenmesiyle birçok dogma çöpe atıldı.
Yol açıcı araştırmalar beynin sürekli değişen bir doğaya sahip olduğunu kanıtladı. Beyin hücreleri sürekli sinir hücrelerine giden yeni lifler ve alıcılar, yeni sinapsisler veya iletişim kavşakları üretiyorlar ve beyni harekete geçiren sinir iletkenleri çorbasının özünü değiştiriyorlar. Yetişkin beyinler bile yeni beyin hücreleri üretiyorlar.
Şizofren, hastalığında beyinde ne olduğuna dair inandırıcı kanıtlar, beyindeki devreleri görselleştirmek için görüntülendiğinde bağlantılar birbirleriyle bağlantılı ve iletişim içinde olması gerekiyor.
*Bunu şöyle düşünebilirsiniz bir bilgisayarda bilgi parçalarını toplamak için çeşitli yerlere çağrı gönderen bazı programlara benzerler. İşte şizofrenide bu devreler doğru çalışmazlar, bağlantı kurmak için bu devreler iyi çalışmaz, bağlantı kurmak için çağrı gönderir ama yanlış bağlantı kurar. Böyle olduğunda kimi zaman olmayan sesler duyar, görme ve işitmeleri tamamen yanlış yorumlar. Uzmanlar sorunun kısmen genetik olduğu kanısındadır.
İnsan beyninin bağlantıların bağlanması gebelikte başlıyor. Hassas görüntüleme teknikleri araştırmacıların ceninin beyninin gelişiminin incelenmesini sağlıyor. Bu erken aşamalarda nöronlar izleniyor ve bunlar beyinlerindeki nihai konumlarına yerleşerek diğer beyin hücreleriyle bağlantı kurmak için dallanıp budaklanıyorlar. Buna göre gençliklerinde şizofreni tanısı konulanlarda bu dalanıp budaklanma farklı gelişiyor olabilir. Araştırmacılar denekleri ana rahminden şizofreninin beyne tam olarak nasıl yapısal hasar verdiğini belirlemeyi umuyorlar.
Şizofreninin ilk kökeni ana rahmine düşüşe dayanıyor. Şizofreni genetik hassasiyetin söz konusu olduğu bir hastalık grubudur. Genler hastalığın oluşumunun zorunlu olduğunu gösterir. Ama tek başlarına yeterli değildirler. Bunun için başka bir şey daha gerek. Nedir bu? Dış ortamdan da bazı etmenlerin devreye girmesi gerekir. Doğum komplikasyonları insanların şizofreniye meyili artırıyor.
*Hiç kimse şizofreniye neyin neden olduğunu bilmiyor.Birçok uzman bunu, sinir iletim sistemindeki kargaşaya bağlıyor. Uzun süreden beri var olan bir teori, bir sinir iletkeni olan dopaminin çok fazla aktif olmasının sinirlerin bulunduğu belirli yolları bozduğunu savunuyor. Glutamate ve Serotonin içeren diğer sinir iletim sistemlerinin de bununla ilgili olabileceği daha çok yeni bir düşünce.Son yıllarda giderek artan sayıda bilim insanı, hücre zarlarındaki yağ bileşiminde meydana gelen küçük bir anormalliğin beynin çalışmasına zarar verdiğini ve bunun sonucunda şizofrenik belirtilerin ortaya çıktığına inanmaya başladı. Bazı bilim insanları, şizofreni hastalarının oksit giderici savunmalarının yetersiz olduğunu ve bu nedenle beyin hücrelerinin zarlarındaki yağların, serbest köksaldırıları tarafından oksitlenmesine izin verdiğine inanıyor.
Nörotransmitterle Ilgili Teoriler
Şizofrenide beyin biyokimyasını inceleyen çalışmalar nörotransmitterler üzerinde durulmaktadır. Araştırılan bu nörotransmitter sistemler dopamin, norepinefrin, serotonin, glutamat ve GABA’dır. Dopamin şizofreni konusunda en fazla adı geçen nörotransmitterdir. Amfetamin ve kokain gibi dopamin etkinliğini arttıran psikostimülan ajanların normal kişilerde şizofreni benzeri bir tabloya yol açması ve postsinaptik dopamin reseptörlerini bloke eden nöroleptiklerin şizofreni belirtilerini geriletmesi, dopamin varsayımını desteklemektedir
Birçok kanıt, şizofrenlerin beyin hücrelerinin zarlarının anormal bir içeriğe sahip olduğunu gösteriyor. Zarlarda, arakhidonik asit (AA) olduğu kadar, hem omega-3 tipi balık yağı özellikle DHA, hem de omega-6 linolaik asit tükenmiş durumda. Yapılan bir çalışmada şizofrenlerin kırmızı kan hücrelerinde, sağlıklı insanlarda bulunan normal DHA oranının yarısı kadar DHA ve omega-6 yağı ve yine sağlıklı insanlarda bulunan normal arakhidonik asit hücrelerindeki DHA ve AA miktarı beyin hücrelerinde bulunan DHA ve AA miktarını yansıtır. Daha da ötesi, DHA ve AA yağları çok yetersiz olan şizofrenik hastalar, en ileri düzeyde şizofren belirtilerinin ya da negatif şizofrenik belirtilerin görüldüğü hastalardır. Bunlar duygusal küntlük, içe-kapanma, konuşma ve hareket zorluğu, kavrama ve algılama bozukluğu gibi belirtileri olan ve ilaç tedavisine karşı en dirençli olan vakalardır.
Şizofrenlerin ön kortekslerinin beyin görüntüleri, hücre zarlarındaki yağların hızla bozulduğunu ya da yok olduğunu gösteriyor. Bundan dolayı bu hastaların sinir hücrelerinin zarlarının büyük ölçüde bozulduğunu ve bundan dolayı dopamin de dahil olmak üzere sinir iletkenlerinin ve alıcılarının mesajları düzgün bir şekilde iletmediğini ve ayrıca arakhidonik asiti metabolize etmekte yetersiz kaldığı düşünülüyor. Öyle görünüyor ki, şizofreni hastalarının, hayati yağ asitlerinin hızla yok olması sorununun (ki bu metabolik bir bozukluktur) üstesinden gelmek için normal insanlardan daha fazla çaba göstermeye ihtiyaçları var. Sürekli olarak, hızla yok olan yağ asitlerini yeniden yerine koymak, beynin kısmen ya da tamamen iyileşmesine yardımcı olabilir.
İnsan zihninin ne olduğu ve insan beyninin nasıl çalıştığı hala bir muamma, hala nasıl çalıştığını tam olarak bilmiyoruz. Yağlı bir dokudan, kan damarlarından ve sıvılardan ibaret karmaşık bir kütle, ortalama 1400 gram ağırlığında olan insan beyni uzun zamandır bilimsel araştırmalara tabi tutuluyor. Bilim insanları şizofrenili bazı insanların beyinlerinin bazı bölümlerinin boyut ve biçim olarak görünür farklılıklar ortaya çıkardı. Ancak bulgular tutarlık göstermiyor. Mikroskopla bakıldığında bir şizofreni hastanın beyninin normal insan beyni arasında neredeyse hiç bir farklılık imkansız görünüyor.Soru şu; O halde şizofren bir beynin normal bir beyinden ayıran farklılık nedir?
*Doğum sırasında beynimizdeki nöron sayısı çok fazla değil, sonra altı yaşına kadar nöronlar inanılmaz artıyor.
Nöronların birbirleriyle yaptıkları bağ sayısı artıyor. Network ağ çok gelişiyor, inanılmaz artıyor, bu aslında küçük bir çocuğun öğrenmesi, dünyayı tanıması, kişiliğinin gelişmesi her şey demek. Sonra tam ergenlik döneminden başlayarak bu nöronlar budanıyorlar. İşte bizim bu ergenlik dönemindeki en yoğun olduğu dönemdir. Bir nevi yeniden şekilleniyorlar. Elbette bununda genetiğin rolü var, elbette nasıl yetiştiğinin rolü var. İşte bu yüzden davranış bozuklukları ortaya çıkabiliyor. Bu çocuğun babası şizofreni hastası, şizofreni kalıtımı söz konusu. Aradaki fark bu budanma sırasında kişinin nerdeyse bambaşka özellikler gösteriyor olması, o da delikanlık davranışının dışa akma durumudur. Beynimizde bunlar olurken hareketlerimizde değişiyor. İşe yarayacaklar kullanılacaklar kalıyorlar, işe yaramayacaklar budanıp atılıyorlar. O zaman bir değişim söz konusu oluyor, kişilik değişimi, davranış değişimi oluşuyor. O fırtınalı durumda biz dışarıda baktığımızda, ”işte ergen tuhaf davranıyor” diye algılıyoruz. Bütün o tuhaf davranışların aslında bir sebebi var, durup dururken olmuyor.
* Aynı şey yaşlanırken oluyor. Normal bir sinir hücresi, bir bitki gibi duruyor, kökleri ile dalları ile bir ağaç gibi. Nasıl bir ağaç kurursa, yaş ilerledikçe eğer birde dejeneratif bir hastalık varsa, Alzheimer gibi, demans gibi o nöron giderek büzüşür, kuru bir dala dönüşebiliyor. Bu da yine kişinin sahip olduğu bir takım özellikleri kaybetmesine sebep oluyor. Tabiat doğada ve insan yaşamındaki etkisi her yerde aynı.
*Çok fazla esrar içen insanlarda bu bilişsel bozukluk uzun vadeye yapılabiliyor, yani her gün esrar kullanan genç insanlar özellikle seneler geçtikçe gerçekten de bilişsel yetilerini kaybedebiliyor. Özellikle erken yaşlarda cannabis ve türevlerinin kullanılması geriye dönüşü olmayan ağır psikotik bozukluklara yol açtığı biliniyor. Kronik esrar bağımlılarının %15’inin şizofreniye dönüştüğü ciddi bir takım beyinsel rahatsızlıklara neden olduğu, ruhsal yapıya zarar verdiğini söyleyebiliriz. Aslında sadece esrar kullanımının psikotik bir olay olasılığını artırdığını düşünürsek bu özellikle endişe verici bir durum olmalıdır.
*Şizofreni tedavi edilebilir mi?
Şizofreni çok ciddi bir beyin hastalığıdır ve halen bir tedavisi bulunmamaktadır. Ancak günümüzde gelişen ilaç teknolojisi ile hastaların gösterdikleri semptomlar azaltmakta veya kontrol altına alınmaktadır. Ancak ilaçların aksatılmadan alınması veya terapilerin sürekliliği bu şizofreni tedavisi için çok gereklidir.
Şizofreni tedavisinde kullanılan antipsikotik ilaçların temel etki düzenekleri dopamin, serotonin, asetilkolin, noradrenalin gibi nörotransmitterlerin düzenlenmesini içermektedir
Antipsikotiklerin etki mekanizması ve yan etki profilleri değerlendirildikten sonra tipik (birinci kuşak) ve atipik (ikinci kuşak) şeklinde sınıflandırılmışlardır.
Bugün elimizde bulunan ilaçlarla, destekleyici psikoterapilerle topluma katılabileceği bir hastalık haline gelmiştir.