Şizofreninin Risk Etkenleri

7 Ocak 2021

Şizofreninin Risk Etkenleri,

şizofreni için risk etkenleri çok çeşitlidir. Buna neyin neden olduğunu kimse bilmiyor, neden olduğu da bir muamma,  Tam olarak çözülmüş ve anlaşılmış bir hastalık mı? Hayır, halen araştırmaları devam eden bir hastalıktır.

Şizofreni her türlü toplumda en sık görülen ruhsal bozukluklardan olmasına karşın gerçek sıklık ve yaygınlığı üzerindeki veriler değişkendir . Amerika’da yapılan geniş alan çalışmasında şizofreni ve şizofreniform bozukluğun bir yıllık yaygınlığı % 1 ve yaşam boyu yaygınlığı ise % 1,5 olarak saptanmıştır. Dünya genelinde her yıl yaklaşık olarak 2 milyon yeni vaka ortaya çıkmaktadır.  Şizofreni insan sağlığının bir parçası, bildiğimiz kadarıyla şizofreni sadece insanlarda görülüyor. Şizofreninin toplumsal yaygınlığı, tanı ölçütleri zaman içinde değişmesine rağmen, dünya çapında belirgin farklılıklar göstermemektedir. Dünya nüfusunun yaklaşık %1’inde ırk, cinsiyet, ekonomik durumuna bakılmaksızın her yüz çocuktan birinde, kaçınılmaz olarak bu hastalığın kurbanı olacaktır. Nedeni hala çözülemedi. Şizofreninin nedenini tam olarak bilmiyoruz. Kurbanlar arasında dahiler ve kahinler, büyük sanatçılar, azılı katiller ve de çok sayıda sıradan insanlar var. Bu insan sağlığının bir parçası ve bazı insanlarda mutlaka çıkacaktır.

Şizofreni genellikle 45 yaşın altında ortaya çıkar. Ancak, son yıllarda yapılan araştırmalar, geç başlangıçlı şizofreninin de sanıldığı kadar ender olmadığını göstermektedir. Geç başlayan olgular, genellikle süreğen ve ilerleyici bir seyir göstermemeleri ve daha az yıkıma uğramalarıyla, erken başlangıçlı olgulardan ayrılırlar.

Şizofreni genellikle 15-30 yaş arası gençlerde ve kadınlarda çıkıyor.Şizofreni kadın ve erkekte eşit oranda görülür. Ancak, en sık ortaya çıktığı yaş dönemi erkeklerde 15-25, kadınlarda ise 25-35 yaşlarıdır. Dolayısıyla, erkekler yaklaşık on yıl daha erken bir dönemde hasta olmaktadırlar.

*Şizofreni alt ekonomik sınıflarda daha yüksek oranda görülmektedir. Bu durum iki farklı yaklaşımla açıklanmaya çalışılmaktadır. Birinci yaklaşıma göre, alt sınıflar; enfeksiyonlar, doğum öncesi bakım yetersizliği ve strese karşı toplumsal desteklerinin zayıf olması gibi olumsuz koşullar nedeniyle şizofreniye yatkın hale gelmektedirler. İkinci yaklaşım ise, genetik yapılarında şizofreniye yatkınlık taşıyan ailelerde, kuşaklar boyunca, alt sınıflara doğru bir kayma olduğunu ileri sürülmektedir.

* Şizofreni tanısı almış kişiler arasında evlilerin oranı toplum ortalamasının altındadır.

Tıpkı toplumsal sınıf için olduğu gibi, burada da iki farklı görüş ileri sürülmektedir. Yalnız yaşamak şizofreniye yatkınlığı artırıyor olabilir ya da bu kişiler hastalık nedeniyle aile kurmakta güçlük çekmek te ve de daha sık boşanmaktadırlar.

*Yakın dönemde göç etmiş kişilerde şizofreni daha sık görülmektedir. Ancak, göçmenliğin yarattığı sorunların doğrudan şizofreniye yol açtığı gösterilebilmiş değildir. Ayrıca, bu kişilerin zaten var olan ruhsal sorunları nedeniyle ailelerini terk etmeye yatkın oldukları da ileri sürülmektedir.

*Doğum Mevsimi; Yapılan çalışmalar, daha sonra şizofreni tanısı alan kişilerin önemli bir bölümünün kış aylarında  ya da ilkbahar başında doğmuş olduklarını göstermektedir. Bazı araştırmacılar, bu durumdan, viral enfeksiyonların ve yılın bu dönemine özgü beslenmede özelliklerinin sorumlu olabileceğini ileri sürmektedirler

*Risk sırayla ele alındığında karşımıza öncelikle prenatal dönemle ilgili sorunlar çıkmaktadır. Annenin yaşadığı çevresel stresin fetüsü etkileyip şizofreni için bir risk oluşturabileceği öne sürülmektedir.
*Yetersiz beslenmenin neden olduğu akut açlığın şizofreni gelişimi açısından bir hassasiyete ve artmış riske neden olduğu düşünülmektedir.
*D vitamin azlığı da bir risk faktörüdür,
  Obstetrik Anomaliler ve İntrauterin Enfeksiyonlar;
 İntrauterin dönemde bebeğin karşılaştığı enfeksiyonlar, uzamış doğum, düşük beden kütle indeksi ve prematürite ile hipoksi, asfiksi, toksemi, doğum travması gibi komplikasyonlar, annenin çok sayıda doğum yapmış olması, gebelikte alkol alımı, annede sigara kullanım öyküsü, gebelikteki açlık, preeklampsi ve Rh uyuşmazlığıdır. Bu etkenlerin temelde hipoksiye bağlı ventriküler genişleme ortaya çıkararak ya da beyin gelişiminin çok erken dönemlerinde korteksteki sinapslarda oluşturacağı olası azalma ile rol  oynayabileceği öne sürülmektedir.
 Obstetrik komplikasyon öyküsü olan şizofreni hastalarında, hastalığın başlangıç yaşının daha erken olduğu, komplikasyon miktarı arttıkça bu yaşın daha erkene kaydığı, daha kronik bir seyir gösterdiği ve negatif belirtilerin daha belirgin olduğu yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Şizofrenioluşumunda bu gibi durumların genetik etmenlerle karşılıklı etkileşim içinde olduğu üzerinde durulmaktadır.
-Nörodejeneratif Teoriler
Şizofreni hastalarının beyinlerinde ilerleyici patolojik  bir sürecin varlığından söz eden nörodejeneratif yaklaşımlar konusunda birbiriyle çelişen çalışmalar dikkati çekmektedir. MR bulgularında tipik nörodejenerasyon bulgularına rastlanmaması ve bazı postmortem çalışmalarda nöronal dejenerasyon izleri elde edilmesine rağmen, hastalığın bazı hastalarda beyin dokusunda dejenerasyonla, bazılarında ise dejenerasyon olmaksızın yıkımla gittiğini yanıtlamanın zorluğu, hastalığın nörodejeneratif gelişim süreci konusundaki çelişkilerdir.
Nörogelişimsel varsayıma göre beynin gerek doğum öncesi (özellikle 2. ve 3. trimesterlerde), gerek doğum sonrası nörogelişimsel sürecindeki anormallik ve defektler, belli bir sessiz dönem geçtikten sonra, ergenlik ya da genç erişkinlik yaşlarında ve çoğunlukla aşırı bir stres ya da esrar kullanımı gibi tetikleyici bir olay sonrasında, patolojik nöronal olayları harekete geçirerek şizofrenik bir sendroma neden olabilirler. Nörogelişimsel modele göre genetik ve erken gelişimsel etkenlerin bir araya gelmesiyle oluşan beyin hasarı beynin normal olgunlaşma sürecini bozmakta ve nöronların gelişiminin erken dönemlerinde meydana gelen genetik ve epigenetik hadiseler nöron gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu etkilenme hücre çoğalması, hücre farklılaşması, hücre göçü, programlı hücre ölümü, sinaps oluşumu, nöron devresi oluşumu aşamalarında olabilmektedir.
*Burada anlayacağımız şey, bugün bilimin ortaya koyduğuna göre başlıca farklılıklar beyin bağlantıları ve beyin biyokimya dünyası düzenidir,  Beyin etkinlikleri nöron denen hücreler arasındaki iletişimi gerektirir. Nöro İnhibiti denen dopamin ve serotonin  kimyasal maddeler aracılığıyla mesajlarla iletilir. Şizofreni hastalarında bu biyokimyasal maddeler genelde anormal  düzeydedirler.  Ama beyin biyokimyasındaki bu dengesizlik şizofrenin getirdiği iletişim eksikliklerinden yalnızca biridir. Araştırmacılar bu sorunların kimileri beyin hücrelerindeki kimyasal organizasyonundaki düzensizliklere bağlama eğilimindedirler. Bu yapılar genel olarak ceninin  beyin gelişimi sırasında oluşur. Hamileliğin ikinci üç aylık döneminde nöronlar beyinde özel yollar açmak üzere harekete geçer. Bu aşamada oluşabilecek bir hatanın kişi üzerinde ömür boyu etkisi olur.  Bu durumda şizofreni hastalarının beyinleri farklı bağlantılar içerir. Yani nöronların iç bağlantıları normal bireylerin beyinlerinden çok daha farklı bir düzen kurmuş olabilir.
Şizofrenide genetik faktörler;
Genetik yatkınlığın şizofrenide önemli rolü olduğu düşünülmektedir fakat bu durum şizofreni   tanısı alan bütün olguların kromozomlarında söz konusu yatkınlığı taşıdıklarını göstermemektedir . Etyolojide önemli bir parametre olan genetik etkenler, son derece heterojen bir yapıdadır ve DNA’da değişiklik yapmamasına karşın, genin ifadelenmesini etkileyen epigenetik düzenekleri de içine alan genetik olmayan etkenlerle birlikte hastalığın oluşumuna katkı sağlamaktadır .
Aile, ikiz ve evlatlık  çalışmaları şizofreninin genetik bir temeli olduğunu göstermektedir. Şizofreni hastalarının birinci derece akrabalarında hastalığın görülme olasılığı topluma göre 10 kat daha yüksek olarak belirtilmektedir. En yüksek şizofreni riski taşıyan grup ise, her iki ebeveynde şizofreni hastası olan  çocuklardır. Ancak tek yumurta ikizlerinde hastalık konkordansının %100’ün altında olması, şizofreni  gelişiminde genetik olmayan etkenlerin de önemini vurgulamaktadır.
error: