Hepimiz bir salgın ve salgının getirdikleri ile birlikte yaşanan zorlu ve acımasız gidişin sonuçlarıyla; hastalık, ekonomik ve sosyal olaylara tanıklık ediyoruz. Uzun karantina günleri bize bazı konularda düşünmeye, bazı ahlak değerlerini yeniden değerlendirme imkanı veriyor.
İlk olarak bu salgın süresi içinde, insanlığın yaşlı insanları gereksiz, işe yaramaz, üremeyen, üretemeyen, fazlalık gören sırtında atma vesilesine, bahanelerine gerekçelerine dönüştürenler oldu.
Bu sorgulanması gereken bir ahlak sorunudur.
İtalyan doktorlar mecburen yoğun bakım ünitelerinde hangi hastaları gözden çıkarabilecekleri konusunda, yaptıkları tercihte yaşlı kişinin ağzındaki solunum cihazını alıp genç hastalara takmak zorunda kaldılar.
Buna insan olarak tepkimiz olmayacak mı?
Bu salgında İtalya, İngiltere, İspanya, Fransa, Amerika’da huzur evleri ölüm evleri olmasını ibretle izledik.. Bu devletlerin bir kısmında huzur evlerindeki ölümler bazı yerlerde kayda bile geçilmedi, Dünyayı yağmalayan bu devletlerin, savaşa, silaha, uçak gemilerine ayırdıkları paranın %10’unu kendi vatandaşlarının yaşam kalitelerine sağlık yatırımlarına ayırsalardı, sonuçlar çok daha farklı olmaz mıydı?.
Son 20 yılda dünya halkları çok sayıda ve daha yoğun salgın hastalıklara maruz kaldılar. Domuz gribi, kuş gribi, deli dana hastalığı, AİDS, SARS, MERS gibi adlarla anılan bu salgınların peş peşe ortaya çıkması spekülasyonlara, komplo teorilerine zemin hazırladı. Emperyalist yağmacı kapitalist dünya sistemini elinde tutan bu devletler, ya da gruplar her salgında şaibe altında kaldılar.. Zira bu tür salgınlarda toplum sağlığı önemsenmezken ekonomik, siyasi, mali çıkarlar sağlayan şirketler ya da devletler daha ön planda olabiliyor. Korona virüsü olayında ise, bu devletlerin kendi yaşlı vatandaşlarına takındıkları tutum öncekilerden çok daha rezilce oldu.
Yaşlanma yaygın kanıya göre ruhsal, zihinsel yeteneklerin kaybı ve psişik işlevlerin zayıflaması ile eş-anlamlıdır. Yaşlılık hayatımız sürdükçe ne yazık ki geçeceğimiz bir yoldur, tıpkı bebeklik, çocukluk, gençlik gibi. Hayatta bazılarımızın ancak ulaşabildiği, avantajları ve dezavantajları olan hayatın son zamanları demek yanlış olmaz.
Yolda yürürken, genç ve orta yaş insanların gelip yanınızda geçiyorlar işe, gayretinize rağmen onlar yetişemiyorsanız, ya da merdivenleri daha önceleri soluksuz çıkarken şimdi durup dinleniyorsanız?
Yaşlanmaya başladığımızı anlarsınız?
Yaşlanma sorunu binlece kişiye sorsanız, binlerce farklı cevap alırsınız.
O zaman yaşlılık beynimizin istediği ama vücudumuzun yapamadığı ya da canımız bir şey yapmak isteyipte, ama bedenimiz buna imkan vermediği bir durum olsa gerek.
İnsan beyni diğer organlar gibi yaşlanır ve küçülür, 60 yaşından sonra her yıl %4 oranında beyin küçülür. Bu kaçınılmaz bir durum, hayatın kaçınılmaz bir sonucudur.
Bunda garipsenecek bir şey yok.
Yaşlanma doğal bir olay ve biyolojik yaşamın doğal bir sürecidir, Tıpta yaşlılığı bir hastalık gibi görsekte, bu doğal bir süreçtir, herkes mutlak ve kaçınılmaz olarak yaşlanacaktır.
Biyolojide bir şey varsa bunun bir faydası olmalı,
O halde yaşlanmanın faydası nedir?.
Yaşam her zaman farklı, yeni ve değişik kılığa bürünür, Yaşlanmanın kendine özgü bir ihtişamı, güzelliği ve sadece ona ait bir bilgeliği vardır. Bilgelik, huzur, sevgi, neşe, güzellik, mutluluk, iyi niyet ve anlayış yaşlanmayan ölmeyen niteliklerdir.
Birçok filozof ve bilim insanı en değerli eserlerini 65-90 yaş aralığında yazmıştır.
Çünkü yazmak, üretmek için bir bilgi birikimini gerektirir, Hayat birazda usta-çıraklık işi değil mi?
Erken yaşlarda bilge geçinenlere hep şüphe ile bakmışımdır.
Hayvanlar üzerinde yapılmış gözlem ve araştırmalar bizlere çok enteresan bilgiler veriyor.
Tabiatta yaşayan geyik sürüleri üzerinde yapılmış araştırma ve gözlemlerde; görülmüştür ki avcı bir sürüye saldırdığı vakit, bazı genç geyiklerin çok farklı davranışlar gösterdiği bazı yaşlı geyikleri korudukları, kendilerini feda ettikleri görülüyor. Nedenleri araştırılmış.
Halbuki beklenir ki genç geyiklerin yaşlı geyiği bırakıp kaçması gerekir, avcı yaşlı geyikleri yerken, genç geyikler de kaçıp kurtulmuş olmazlar mı?.
Ama böyle yapmıyorlar,
Darwin’in tabiatta güçlü olanlar ayakta kalacak diye biliyoruz, ,
Genç geyikler bunu yapmıyorlar, ne yapıyorlar yaşlı geyikleri koruyorlar.
Kendilerini feda ediyorlar,
Acayip bir şey, değil mi?
Niye acaba diye bakıldığında, sürü bir yerde durduğunda, bir yerden başka bir yere göçeceği zaman o sürünün yaşlı olanları, bilge olanları uzun uzun bir yere doğru bakıyorlar, Hayvanların hepsi aynı yöne bakıyorlar. Sürünün gençleri onların baktığı yöne doğru gidiyorlar. Çünkü yaşlı geyikler yemin, suyun, beslenme ve yaşam şartlarının iyi olduğu yerleri, yolu yaşanmışlıkları ile biliyorlar.
Tecrübeleri var.Yaşlı geyiklerin tecrübeleri sürü yaşamının neslinin devamının bir parçası.
Aynı durum insan toplulukları için geçerli değil mi? Savaşlarda, istilalarda yaşlılar, çocuklar ve kadınlar koruma altına alınmıyorlar mı?
Yaşlanmış insanlara baktığımızda, yeni bir şeyler öğrenme, hızlı işlem yapabilme kapasitesi zayıflarken, parça parça bilgileri birleştirip onlardan büyük anlamlar çıkarabilme, doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme, daha net görme de bilgi anlamında bilgelik artışı gösteriyor.
Bizim toplumumuzda buna ”hikmet” deniyor.
Hikmet doğru ile yanlışı bilgece birbirinden ayırdedebilme bilgeliğidir.
Bu kelimelerin hepsi Arapça kökenli olan ”Hikmet” kelimesinden türetilmiştir.
Hüküm veren manasına gelmekte.
Hikmet doğru ile yanlışı bilgece birbirinden ayıredebilmek ve bunu yaparken içinde gerekçe, kaynak aramamak anlamında kullanılmak manasına.gelmektedir.
Yaşadığımız toplumda hastalarımızı hekimlere, davalarımızı hakimlere, maçların yönetimini hakemlere teslim ediyoruz.
Bu üçünün ortak bir özelliği var.
Davalarda da, maçlarda da, hastalıklarda da, hakimin, hekimin, hakemin önüne gelen konu bir daha asla aynı şekilde tekrar edilmeyecek kendi başlarına özgü olaylardır.
Bir dava bir başka bir davaya aynı şekilde benzemez ve hakimin karşısına gelmez.
Aynı hastalıkta olsa, bir hastanın sağlık problemi bir başka hastanın sağlık problemine benzemez..
Ya da bir maçtaki ofsayt ya da penaltı pozisyonu bir başka maçtaki ofsayt ya da penaltı pozisyonuna benzemez. hakem bir başka maçtaki yaşanmış pozisyona bakarak karar veremez.
Bu üç meslek grubuna biz ne yetkisi veriyoruz?
Verdikleri kararlarla tekrarı olmayan, kitapta yazılmayan bir konuda yorum yapıp karar verme yetkisini veriyoruz. O yüzde bu insanların hepsinin bilge olması gerekir.
Dolayısıyla bu yetenek bilgi birikimi ile yaşanmışlıkla gelişen olmalı, böyle kitaptan okuyarak, çalışarak diploma ile olmuyor.
İşte beynin böyle bir özelliği var, yaşadıkça, yaşamı yüksek çözünürlükle yaşadıkça bile bir yaşlılık geliyor.
Bu gün dünyada gelişmiş toplumlar başta olmak üzere, yaşlıları bakım evlerine kapatıp, her nesilde hayatı yeni başta öğrenmek zorunda kalıyoruz, bu da bize çok fazla vakit kaybettiriyor.
Yaşlılar ile beraber yaşayan toplumlar çok büyük avantajlar taşır.
”Yaşlılarınız olmazsa belalar başınıza yağmur gibi yağacaktır”
Dr.Ali Gök